top of page

January 01, 2020

Bir Hayat Döndü

Kepenkleri açarken gelen kokuda, pas ve nemin metalik tadında ve huzursuz bir çekiciliği var. Bu huzursuzluk bütün gün zinde tutuyor beni, aylar sonra yeniden bir işim var ve "hayatta kalmak" terimini zihnimden atmak için bir fırsat bu. Bütün havlular geceden yıkanıp asıldığı için, içerde rutubet yapmış camlar. Gittim cama bir kalp çizdim, içinden ok geçirip bir tarafına adımın baş harfini yazdım. Diğer taraf dolarsa, fotoğrafını çekip dövme yaptıracağım koluma. Delikanlı tarafım ağır basıyor biraz, serde var. Döndü Abla gecikti biraz, simitçinin kapıda Devrek bastonu gibi dikilmesinden farkettim. Kesik atıyor hırbo, önce bana attı ama kızı yaşındayım diye R yaptı. Döndü Abla'ya "Seni karım yapayım, kraliçeler gibi yaşatayım!" demiş. "Senin karıya da bi kral bulalım, sana piç veliahtlar versin o zaman..." deyince Döndü Abla, karıma laf ettirmem diye üstüne yürümüş. Vazgeçmedi yine de, inadına sıçtığımın herifi. Çayımı içerken İsmet Teyze'yle Döndü Ablam içeri girdiler. Sosyete İsmet... Yetmiş küsür yaşında, hala sir ağdaya geliyor. Bütün kocalarını gömmüş, şimdikinin de tek ayak çukurda. Dünya kadar malın olacağına, fındık kadar amın olsun... 

- Abla geldi yine seninki, dikildi kapıda gitti.
- Ensar dallaması di mi? Dün de terzinin kızına yürümüş.
- Hidayet abinin kızı mı? Sudenaz.
- Herhalde, aranıyor adi herif. Başkasından bulsun belasını.
- Çay koyayım mı abla?
- Bana da koy, bi de İsmet Teyze'ne koy. Ona iyi koy ama!

İsmet Teyze'nin hırıltılı ve şuh kahkahasıyla başladılar pediküre. O ayakla nalbantta bile şansı yokken, bir tek Döndü Abla ilgileniyordu. Biraz insan olduğunda silinip gidiyorsun, nerede olursan ol. Adını söylerken tereddüt edenlerin memleketinde, değerini verilen esin uzunluğu belirliyor. Tek seferde Döndü diyenlerin sayısı azalıyordu git gide, ölüm gibi bir şey. 

- Öğleden sonra gelin başı var Hande. Sen hazırlık yap.
- Zahir ablayı da çağırayım mı?
- Gerek yok, hallederiz biz.
- Tamam ablam. Çay getireyim mi?
- Bana getir de İsmet Teyze'ne yine koy sen.

Gülüyorlardı, her söylendiğinde hem de. Şüphe çok tehlikeli bir mayın, ne yeri ne de zamanı belli. Patlamaya da bilir, ama o tedirginliktir seni her gün öldüren, patlamasının zerre önemi yok. Öğlen gelin de geldi, türbanlı gelinliklerden giymiş. Oturdu koltuğa heyecandan titreyerek.

- Nasıl yapalım canım?
- Abla, şöyle şehvetli bi boya beni.
- Tamam şekerim. Hande, gelin hanımın ağzına çay, amına soğuk su getir hemen!

Benim boş bakışıma daha çok güldüler bu sefer. 

- Ay abla alemsin, biz hallettik o işi. Adet günüme denk getirdim zor bela. Yandı, acıdı falan diye yedirdim işte.
- Kız günah değil mi adama?
- Önceki yediği boklara saysın. Kayınpeder araba alacakmış bize abla, kaçırır mıyım gül gibi adamı?

İçimden küfür ede ede yorulduğumu farkettim, dişlerimi falan sıkmışım iyice. Elime makası alıp farkettirmeden gelinliğini doğrayasım geldi, Döndü Abla'dan bilir şıllık diye yapamadım. Adaletine yandığımın hayatı... Çıkarken 100 lira bahşiş bıraktı kadın, emeksiz paranın hayrı bana dokunmaz diye ilk gördüğüm dilenciye vereceğim. 

- Hande sen çık istersen, ben kapatırım dükkanı.
- Olur mu ablam, yaparım ben.
- Sen bugün çok gerildin, gir biraz hava al. Bahşişi de harcamamazlık etme.
- Abla?
- Anlarım ben. Onun değil, senin nasıl kazandığın önemli.
- Sağol abla.
- Hande...
- Efendim abla?
- Hiç değişme olur mu? Kendimi görüyorum sende; korkularımı, heyecanımı, hayallerimi... Dikkat et kendine işte...
- Ederim abla...

Karanlıkta yürümekten korkmamayı öğrenemedim bir türlü, sanki içimde ne varsa görüyorlar gibi hissediyorum sokaklarda. Alışmak için her şey var aslında; aynı binalar, aynı dükkanlar, aynı sökük kaldırım taşı, aynı adam, aynı gölgeler, aynı sesler, farklı bir gece...

Kan tadına aşinayım aslında; babamdan, abimden, kardeşimden yediğim dayaklar beni bazı ızdıraplara teşne kıldı. Başımdan akıp gözlerime gelen kanı sildikçe, üstümdeki Ensar itinin ellerini göğüslerimden çekmeye çalışıyorum. Bir eliyle pantolonumu çözmeye, diğer eliyle de dişlerimi kırmaya devam ediyor. 

- Hassiktir, bu ne lan?!

Kadın olduğumu hissettiğim andan beri ben de bacaklarımın arasındaki o et parçası hakkında benzer şeyler söyledim. Saklamaya çalıştım sürekli; korseler, dar külotlar, bazen koli bantları... Hoşlandığım çocuğu gördüğümde koşarak kaçardım kuytu köşeye, o et parçasını farketmesin diye. Şimdi hoşlanmadığım, nefret ettiğim birinin tam yüzüne doğru tutuyordum. Hırsından küplere binmişti simitçi, bütün hayalleri suya düşmüş, hatta tam tersi çıkmıştı.

- Yine tutturamadın be...

Gülüyordum. Döndü Abla dedi diye değil, yeni farkettiğim için gülüyordum. Her yumruk atışında bir daha...

- Seni şerefsiz!

Döndü...

- İbne!

Zahir...

- Götoğlanı!

İsmet Teyze'ne de koy...

- Şimdi bittin sen...

Hiç değişme...

Onlar da benim gibiydi, bir perdenin ardında gölgeleriyle varolmuş isimler. Aynı yolun başında ben, sonunda onlar. Doğumunda varolamadığını farkedip zahirine meyledenler, dönenler, ve hep diğerleri... Her yumrukta daha çok gülüyordum, her kahkahamda daha hızlı vuruyordu. Bacaklarımın arasında duran adam, elinde bıçağıyla, beni o etten kurtardı. Kan ıslak değildi bacaklarımda, elmaslar gibiydi, parıldayan ve değerli bir hediyenin kurdelesi gibi kırmızı. Özgürlüğümü ölümün ellerinden alıyordum, 16 yaşımda, boyalı saçlarımla, tomurcuklanmış göğüslerimle, kahkahalarımla... Adam gittiğinde yıldızlar daha parlak gözüküyordu artık, ellerim uzun bir örümceğin kolları gibi dokunuyordu yarıçıplak vücuduma, gülüyordum, ölüyordum, bir hayata benzeyerek...

 

 

 

Trans cinayetleri, çocuk tecavüzleri, çocuk evlilikleri... Ölümden sonrasını bilmem ama, ölümden önce bir hayat vardır. Bu hayat onların, bizim cesaret edemediğimiz kadar hem de…

January 01, 2020

İsmet Mahallesi

Camın önünden bağıran Suna teyzemin sesi, sesi kısık bir bozacıyı bile güldürebilirdi. Her akşam kuzenimi çağırırken "İsmeeet, kulağını itler sikesice eve geeel!" dediği için İsmet büyüyünce sokak çocuğu olacaktı. Kulaksız'da otururduk ve İsmetin kulakları ile mütecaviz çığlıklar eşliğinde, amiyane tabirle, taşak geçilirdi. Biz büyümüyorduk mahallede, kapıcının çocuklarından dayak yiyerek büyümek bizim için bile kolaydı. Yan mahalledeki Yelda'yı duyunca İsmet büyümüştü sadece, yumurtadan hallice suratına vurduğu jiletlerden tarlaya dönmüştü sıfatı. Gömlek giymeye başlamıştı bir anda, eski pehlivan amcamın gömlekleri İsmet'in üstünde sünnetli arap veletleri gibi yerlere değiyordu nerdeyse. Rugan ayakkabı da giyince küçük yaşta pezevenkliğe başlayan Laleli delikanlılarına dönmüştü. Fiyakalı olduğuna emindi İsmet, yüz metre öteden başlıyordu gülmeye kulaksız esnafı ama oralı bile değildi. Yelda'nın penceresinin altında işportacı tesbihini yere düşüre düşüre çekip, cama çıkmasını bekliyordu. Caminin kömürlüğüne de gelmiyordu artık kağıt atmaya, Yelda örümcek gibi sarmıştı İsmet'in ruhunu. Bir akşam yine teyzemi camın önünde yırtınırken görmüştüm, kulaksız'ın kulaklarını çınlatarak çağırıyordu kuzeni. Bir adam çerkez bakkalın önünde teyzemi izliyordu; garson takım elbiseli, şövalye yüzüğü nal gibiydi. Bir süre daha cama bakıp gitti adam, mahalleden değildi onu anlamıştım en azından. İsmet'in gelmeyişi mahallede "Yelda'yı yedi bizim İsmet" dedikodusuna dönüştü yarım saat içinde. Bir tek ben inanmamıştım ama yine de geç kalmazdı bu kadar da. Gece kömürcüde yevmiyeli çalışıyordum, kamyona yüklediğim kömürlerin gidişini kapkara bir mutlulukla izlerdim, doğalgazsız çocukların doğal olmayan mutluluklarını düşünüp. Birkaç çuval kala İsmet göründü sokağın ucundaki lambanın altında. Beni çağırıyordu eliyle, suratında korkuyla kabızlık arası bir ifadeyle;

"Nerdesin lan sen, teyzem yıktı mahalleyi?"
"Deniz bi dur, aklım götümde zaten. Yanında para var mı?"
"Yevmiyeyi alıcam az sonra, onunla birlikte elli milyon falan olur. Niye?"
"Tamam yürü, şu son çuvalları da yükleyelim hemen."
"Ne oldu söylesene?"
"Hadi abi hadi, anlatırım sonra"

Son çuvalları misket gibi fırlatıyordu kasaya, 40 kilodan hallice kuzenim. Fuzuli Abi yevmiyeyi uzatırken öyle hızlı aldı ki parayı, koşup sokağı dönerken yere düştüğünde anladık gittiğini. Ben eve dönüyordum ağır ağır, İsmet bir şekilde gelirdi nasıl olsa eve. Tam dış kapının önüne geldiğimde kolumu biri tuttu nefes nefese ;

"Deniz, teyzeme söyle bu akşam sende kalayım. Annem evde ütüyle eskitir beni."
"Tamam gel amına koyayım, gel."

Annem kapıda ikimizi görünce kısa bir süzdü, aç mısın dedi İsmet'e, İsmet lavaboya giderken. Kapıyı kapatıp duşa girdiğinde annem sordu haliyle;

"Ne bok yemeye geldi bu it?"
"Teyzemin osuruğu cinlenmiş yine, bu da korktu gidemiyor."
"Suna da iyice delirdi yine, enişteni kovmuş evden."
"Niye?"
"Çayın demini az mı koymuş, fazla mı öyle birşey. Sabah gönder hemen, Suna'yla beni papaz etme."
"Tamam."

İsmet duştan çıkıp mutfağa gitmiş, ekmeğin üstüne margarin salça sürüp odama gelmişti. Bittiğinde suratını it yalasa doyardı gerçi. Soluklanınca biraz sordum ne olduğunu;

"Ben bu Yelda'nın camın önünde beklerken çıktı dışarı. Yukarı gelsene, birşey diyeceğim sana dedi. Ben de taktım götüme roketi fırladım tabi. İçeri buyur etti önce, çay falan işte. Sonra bu sen kimin oğlusun falan dedi. Ben de klarkı çektim, boşver dedim havalı havalı. Bayaa güldü bu, çayları falan tazeledi ama karıda çene bi karış habire yağlıyor beni. Yakışıklısın diyo, kaşların yay gibi diyo, ben de yaylanıyorum tabi hafiften. Sonra geldi oturdu yanıma, elini bacağıma koyunca benim gaflik şahlandı anında. Karının da eli arada değiyor falan ben iyice köpürdüm. Baktım çen çen konuşuyo bu daha, yumuldum ağzına. Lan daha da birini ilk öpüyorum, kancık itler gibi titremeye başladım. Karı karşılık da verince dedim ben buna saplarım, memesini tuttum böyle sıktım iyice. Karı da gafliği bi avuçladı, iki sıvazladı, benim don battı anında. Karıyı da yosmalar gibi gülme tuttu mu, ben sinirden bunun ağzına bi sille ekleştirdim. Bir bağırdı ki bu, zannedersin kulaksız yanıyor."
"Musluğu sıkamadın mı lan deyyus, elin sikinde kalırsın öyle işte."
"Bi dur be Deniz, olay değişti sonra. Yan odadan bir adam çıktı bir anda. Yakamdan tuttu, fukara sümüğü gibi yapıştırdı duvara. Ben daha ne oldugunu anlamadan dikiştutmazı dayadı büllüğe. Yüz kağıt ateşle dedi, inceden de zorluyor emaneti. Dedim o kadar yok, elli anca çıkar. Herif de gider anandan isterim deyince benim götü alev aldı. Hepsini siktiret, Suna önce herifi sonra beni rendeler. Dedim anam yok benim, piçim ben. Herif de her gün yan mahallede bağıran eltin mi senin deyince bende elektrik kesildi. Orda bayılmışım."
"Lan bi adam bugün çerkezin orda uzun uzun teyzemi süzdü, o muydu acaba?"
"Süzdü deyip de asap bozma kuzen, allahıma vardiyalı sikerim kaynatanı!"
"Ne köpürüyosun dalyarak, söylüyoruz işte. Sen naaptın sonra?"
"Sağlam bi tokat yedim uyandım ben, herif anan yine yırtıyo götünü ver parayı kavuş dedi. Aklıma sen geldin yalan yok, senin yevmiyeye çökerim diye anlattım durumu. Herif de on dakikaya gelmezsen keserim götünü dedi ben çıkarken."
"Sen de zıpladın yanıma geldin tabi."
"Aynen."
"Bunlar olurken o karı naapıyordu peki?"
"Bezelye ayıklıyordu orospu, televizyonu da açmış Cenk Koray izliyordu. Parayı getirdim adama verdim, tam çıkarken demez mi otuzbir çekmeye vizite almıyorum beklerim diye. Nasıl çıktım evden hatırlamıyorum."
"Yat zıbar hadi, ucuz yırtmışsın."
"Anlatma kimseye bunları ha!"
"Yat la yat, ne anlatıcam allahın malı"

Sabah kalkıp sokağa çıktığımızda mahallede enteresan bir sessizlik vardı, kapıcının piçlerinden biri İsmet nerde diye sordu, yok İsmet öldü dedim. Gerçi yan mahalledeki kopuklardan birinin gelip sabahın köründe dün geceki olayları yedi cihana anlattığını, İsmet'in gıcır gıcır yeni lakabının çoktan sakız olduğunu anladığımda ölmesi belki daha hayırlı olurdu diye düşünmedim değil. Tam bizim kapı açılıp kuzen çıktığında beraber ve solo olarak "otuzbir İsmet" diye bağıran mahalleliyi teyzem camdan izliyordu. Bir aya yakın görmedik hiç, Suna heralde boğdu bizimkini diye düşündüm. Kapının önünde nakliye aracını görünce anlamıştık. İsmet eski kotunu tişörtünü üstüne çekmiş kap kacak taşıyordu kamyona. Yanına gittim;

"Nereye gidiyomuşsunuz lan?"
"Erdeğe taşınıyoruz, orda rahat ederiz herhalde."
"Gidince ara beni, adresini falan ver."
"Hâlâ diyorlar mı?"
"Bazen duyuyorum."
"Sikemedim ya en çok da ona yanarım..."

Yeni gittiği yerde de bir mahlas alacağını belli etmişti böylece, otuzbirlerin İsmet...

January 01, 2020

Bilezik Ajansı

- Bak lan dışarda yağmur yağıyor.

- Yağsın bırak, şu benim kitabı getirdin mi?

- Yok müdür, kız arkadaşıma verdim onda kaldı. Benim kitap nerde lan peki?

- Didem'de biliyosun daha bitirmemiş.

- Didem de ayrı bir değişik, 2 ayda 150 sayfa kitabı bitiremedi.

- Seninki de aynı bok, ezbere başlaması lazım bu zamana kadar.

- He ya öyle valla. Bu işsizlikle ne yapıcaz biz, para da suyunu çekti. Babam harçlık verirken dikkatli harca falan diyor. iyice kanıma dokunmaya başladı.

- Bizimkinden isteyemiyorum ben artık, anneme söylüyorum o iletiyor.

- Aynen. Kadın geçen bileziklerini verdi, git bir iş kur artık babanın eline bakma dedi.

- Ben o bilezikleri bile yedim, vergi levhası çıkarıyorum o biraz gecikti diyip duruyorum. Babam anlarsa o levhayı götüme enlemesine sokar.

- Ne iş kuracaktın peki?

- Ne bileyim, reklam ajansı kurayım falan diyordum. Metinleri ben yazarım, bir grafiker yeter. 

- Lan ben de metin yazarıyım ya, mantıklı geldi bana.

- Harbi ne dersin, deneyelim mi? %51 bende %49 sende olur.

- %51 niye sende lan peki?

- E düşünen benim olm, senin aklına gelseydi seni yapardık.

- Ne kadar para koyacaksın peki? Benden 5000 çalışır. Bir bilezik duyuyor hala.

- Bende 6000 var. 1000 lira da Didem'de var.

- Her haltı da Didem'den al. Ben de bulurum 1000 lira daha.

- Cepte 20 lira daha var benim.

- Bende de 23 lira var. Minibüs paramı da koyuyorum ulan.

- Müdür germe beni. Saatimi de satarım lan.

- Ben de satıyorum siktirme belanı.

- Küfretme ejdadını......

 

Barda elindeki saati aynaya vurarak her yanını kanatan adamın kiminle konuştuğunu bilemediler. Çok kan kaybeden adamın en son ambulansa binerken dediklerini duydular...

 

"Ceketimi satarım ulan!"

January 01, 2020

Kurşun Deliğinden Annemi Gördüm

“Marketin önünden koşarak geçtim, Fevzi Abi’nin arabasına çarparak sokağı dönüp ilk soldaki evin kapısından girdim. Nefesimi tutup kilere, eski adıyla kömürlüğe inip beklemeye başladım. Polisi aramak gelmedi içimden, amcam polisti ve 1 mayıslarda edilen küfürleri toplasan amcamın yarısını anlatamazdın. Bu boku niye yediğimi düşünmem gerekti, ceplerimde bu kadar adını bile bilmediğim haplarla nereye gidiyorum ben? Siktiret ver sahibine kurtul, sonra da gider Taksim’de bi bira içer kendimi ödüllendiririm. Kapının dışında ayak sesleri var, buranın çocukları bile rugan giyiyor adam mı çocuk mu anlayamıyorum. Dış kapının kırık camından yere cebimdeki sakız kutusunu attım, “oha dolu hemde!” diye kaptı bi rugan ayakkabılı çocuk. Dışarı çıkıp sakızı elinden aldım, kafasına da bi tokat atıp gönderdim. Telefonumu iki sokak geride çöpe atmıştım onun yanına geldim sonra, çocuk bezinin içine atmayı beceren elimin ecdadına küfredip ceketimin içiyle silmeye çalıştım. Hayatımın daha boktan olmasını istiyordum, tanrı da misli oynamış benimle. Beni son arayanı bulmam lazım, cebime bu haltı doldurup firuz kahvenin oraya kim gönderdi beni? Annemin elleri bağlı fotoğrafı geldi aklıma, orospu çocukları… Aradım çalıyor;

-Nerdesin?

-Komando merdiveninin ordayım

-15 dakikan var, koş…

İstiklal’de koşmanın zor olduğunu hatırlatıyor sana kalabalık, leş gibi bir akıntı işte. Kimisi yere düştü, kimisini ezdim koşarken. Firuz kahveye gelince nefes almadığımı farkettim, kaldırıma oturup etrafıma bakıyordum ki tepemden bir kağıt düştü kucağıma

“17 numara”

Arkamdaki binada tek cam açık, yerden kalkıp kapının yanında buluyorum kendimi. 17’ye parmağımı götürürken otomatiğe bastı birisi. Manyak gibi koştum merdivenlerde, yarı açık bir kapı görene kadar. Kafamı kapıya yasladım sordum

-Tek misin?

-Tekim, getirdin mi?

-…

Ateş ettiğimde kapının arkasındaki adamın devrildiğini duydum, silahı doğrultup içeri girdiğimde duvarda kocaman grafon kağıtlarla “İyi ki doğdun Hacı” yazısını ve tam tekmil arkadaşlarımı bembeyaz gördüm. Çığlık atanlar, koşturanlar, silahımı alanlar, ve yerdeydim ellerim arkamda bağlı olarak yüzüstü. Fevzi Abi’nin kanlar içindeki yüzünü ve alnındaki deliğin içinden annemi o zaman gördüm. Babamın silahını almamam gerekiyordu biliyorum, bi de cebimdeki hapların üzerine bakıp minoset olduğunu anlamam. Amirim diyeceklerim bu kadar, şaka kurbanıyım bir yolu yok mudur bunun?”

 

“Atın şu salağı içeri, sabaha kadar da şaka yapın. Sabah zaten mahkemede gösterirler kurşun deliğinden ebesinin orasını”

January 03, 2023

Gazoz, Çekirdek ve Teslimiyet

Sokaktaydım, oldum olası sokağı sevdim ben. Leblebi tozu yuta yuta leblebiye dönmüş aklım ancak buna basıyordu. Akşam eve getirdiğim pireleri yatakta yakalamaya çalışırken büyüdüğümü farketmedim, ya da hapse gireceğimi bilmediğimden öyle zannettim. Aklıevvel hikayelerimden biri budur herhalde...

Ezan sesi geldiğinde korkmayı, Suna Teyzemden öğrendim ben. "Ezandan önce eve gel" heyhulasını en son içselleştiren benimdir herhalde. Eve geç geldiğimde teyzemin kapı eşiğinden gelen güdümlü terliğini kaba etimle yumuşatıp, ikinci gol şansını ellerimle teyzeme verirken, terliğin tokasının pasından götüm tetanoz olacak diye endişe ederdim uyumadan. Teyzemin evine giden yolun iki ucunda polis olurdu genelde, Gazi'de yaşamanın gerektirdiği milli güvenlik standardını layığıyla koruyan eli çekirdekli polisler, polislerimiz. Yan mahallede gazozuna bilek güreşi yapıp, ordaki bakkaldan alınıp bana verilen gazozları bizim bakkala satar yolumu bulurdum. Ganimeti hamuduyla götürdüğüm günlerden biriydi o gün de. Ellerimde iki torba gazozla mahalleye girdiğimde gözüm bakkalı aradı, genelde kapının önünde komşunun kızını keserdi, 2 karısı 7 çocuğu olan Hacı Çetin. Erken kapattığını görünce içimden küfrettim, öbür bakkal Yeşilpınar'ın ordaydı ve ucuza satardı gazozu. Kârdan zarar. Bizim evin arka kapısından geçip Sakalsız Yokuşu'ndan çıkacaktım. Elektrik direğinin yanında bir karartı gördüm yokuştan çıkarken, sarışın bir adam ellerinin arasındaki parke taşını kafasının üstüne kadar çıkartıp var gücüyle yerde duran adamın kafasına geçirdi. Nasıl korktuysam gürültülü bir şekilde osurdum sokağın ucunda. Adam osuruğumdan korkmadıysa bile işi bitince koşarak kaçtı. Bi gazoz içsem kendime gelir miyim düşüncesi geçti o an kafamdan, siktir deli dedim yüksek sesle ve elimdeki gazozları bırakıp yerde yatan adamın yanına gittim. Hayatımın sonuna kadar kıymalı makarna yiyemeyeceğimi anladım adamın kafasının içini görünce, imdat diye bağırsam ne olur dedim, kendim bile bu soruya cevap veremedim. Çekirdek polisin yanına gittim koşarak.

- Memur abi, Sakalsız Yokuşu'nda birini öldürdüler!
- Sen kimsin lan?
- Görgü tanığı.
- Dalga mı geçiyon lan sen bizle dingil?
- Abi ne dalgası, adam mort.
- Nerde oldu olay?
- Gelin abi götüreyim sizi.

Önde ben, arkamda iki kolluk gücüyle bölge savcısı gibi girdik sokağa.

- Yokuş da çok dikmiş Hilmi.
- Kaynanamın sırtı gibi mübarek.

Bu mahallede ciddiye alınmak için ölmemek gerek, en azından yokuşta!

- Şu direğin dibinde abi
- Ne kokmuş mübarek bee.
- Heyecandan osurmuş olabilirim memur bey.
- Allahümmesabirin!

Yerdeki adamı görünce acil çekirdek timinde hassiktir nidaları yükselmeye başladı bir anda. Telsizden anons geçiliyor, telefonlardan birileri aranıyor, ara ara hassiktir çekilip gerginlik pekiştiriliyor. Ben de sokağın ucunda bıraktığım 2 torba gazoza doğru yürüyorum, esasen salaklığımın doruğundayım.

- Nereye gidiyorsun lan sen?

Merminin, silahın lüverine girerken çıkardığı sesi duymadan hemen önce söyledi bunu çekirdek başçavuşu Hilmi. Korkudan tekrar osurup olayın vehametini artırmamak için aklımdan geçen en denyo cümleyi kurdum ellerimi yukarı kaldırırken;

- Tamam teslim oluyorum.

Bunu dedikten sonra olanları kısaca özetleyecek olursam; o iki polisten karnaval gibi dayak yiyerek kelepçelendim, ekip otosunda yediğim ekstra dayakla gözlerim karardı, nezarete girerken emniyet amiri sokakta kafası taşla ezilerek ölüdürülen oğlunun yasını tutmaya başlamadan beni karşısında görünce ışık hızında kafatasım çatladı ve iki kolum kırıldı, nöbetçi mahkemede hakim savunmamı yapmamı beklerken dilimi dört yerinden ısırdığım için konuşamadım ve "edrübcjdük kdrpmjel tüsprömşröt" cümlesini kurduğumda cinayeti benim işlediğimden emin oldu, ağırlaştırılmış idamlı müebbet alıp asılırken kurşuna dizilmemi çocuksu bir hırsla isteyen hakim 18 yaşımdan ufak olduğum için 4 yıl ıslah evi cezasına fit oldu, cezaevindeki 2. ayıma girerken ben daha olayın şokunu yeni atlattım. Cinayeti işleyen çocuk, parmak izinden yakalandığında ben ıslah evinde 8. ayımı doldurmuştum. Bütün bu olaylar cereyan ederken teyzem cinayeti benim işlediğimden terliği kadar emindi. Suçsuzluğum ortaya çıkınca karşılamaya geldi, birlikte eve döndük. Annemle babamı kaybettiğimden beri bu kadar şok yaşamamıştım. Gerçi onda da şok yaşamadım. Mahalleye girdiğimizde bakkal beni karşıladı;

- Yav geçmiş olsun, Allah kurtarmış. Gazozlarla gelirsin artık.

Teyzemin dediğine bakılırsa gazoz lafını duyduğumda bizim hacıyı öyle bir dövmüşüm ki, yorgunluktan bayılana kadar bana kimse karışamamış. Şimdi bir mahkemem daha var, adam yaralamaktan. Hakim savunmamı istediğinde ne diycem ben şimdi?

- Bu pezevenk o gün bakkalı kapatmasa, ben efendi gibi teyzemin terliğiyle yırtacaktım. Beraatimi talep ediyorum, saygılarımla...

Deniz NARİN

February 23, 2023

17 Kez Kimsin Dedi İsimsiz Ölü

Sen hiç cehennemi hayal ettin mi can? Sıcağı zebanisi falan değil, umutsuzluğu hani böyle; var ya bir şarkı beni kör kuyularda merdivensiz bıraktın diye. Öyle umutsuz, öyle çaresiz... Dün gece geldim buraya, daha da ölmedim sanırım içmekten. İçmekten ölmek de ne garipmiş, rüya görmekten ölen varsa içmekten de ölen olur. Geçen sabah erken uyandım, mutfak lavabosuna yemek yediğim tabağı ıslatmadan bıraktım onu dert ettiğimden heralde. İnsanın derdi bu olmamalı can, sürekli düşüyorsun gibi hissedersin ya hani huzursuzluktan; derdin öyle hissettirmiyorsa sigara yak geçer. Sonra telefon çaldı tabi, kimsin diyorum ses yok. Ağlıyor biri ama numarayı tanımıyorum. Tanımadığım bütün numaralarda sevişiliyor sanıyordum ben hep, ya da kırmızı şarap vardı. Ne olur yardım et dedi ağlarken. Kimsin dedim ben yine, adını söyle, kimsin dedim. Ne olur dedi, sesi kısıldı, ne olur yardım et. Kimsin dedim bir daha. Bir daha yardım istemedi, susuştuk karşılıklı. Telefon sessizlikten bozulur mu can? O kadar uzun sürdü ki susmamız, birimizden biri çığlık atacak sandım. En son ses geldi, bir erkek bana kimsin dedi, ardından patladı arkada bir şey, ardından yine susuştuk, ardından düşüyorum gibi hissettim, ardından kapandı. 28 dakika açıkmış telefon. Söylesene can, kaç dakika sürer acaba ölmek? Benim etrafımda kimse ölmedi biliyor musun can, ölümü göremedim ben aslında, ama dün duydum sabah 8'de. İnsan ölürken gökyüzüne bakmalı der dedem, sonsuza gidişine alışmak için. Kuşları görene kadar yaşadı mı acaba dünkü kadın? Gökyüzünü görmeden beni mi aradı diye düşünüyorum, daha zamanım var diye umut etti herhalde. Kimsin dedim kadına, kimsin? Ben ölürken kimsin diye sorar mı biri can? O kadar çaresizliği düşününce dünya patlıyor gibi hissediyorum. Kimdim ben acaba? Birinin umudunun en sığ olasılığıydım sadece; telefon defterinde, komşularında, akrabalarında, etrafında umut olabilecek tek kişi hiçkimseydi. Dünya patlıyor can, kalbim patlıyor, tanrı patlıyor bu umutsuzluktan. Ben birinin umutsuzluğuyum artık, bununla yaşamak çok güç. Söyle can, sence kimim ben? Düşünmekten ölemiyorum, bir şey söyle. Tanrıyı öldürelim mi can, cehennemden çok korkuyorum...

May 28, 2023

Tuhaf Delilikler Peşindeyim

Tuhaf delilikler peşindeyim

Aklım zayi olmuş

Peşim

Pencerem

Tek cümlelik hayatım

Dolapta parmağı yırtık çoraplarım

Sinekler konuyor rüyalarıma

Mavili yeşilli mayıs sinekleri

İyot kokulu önlükler geçiyor önümden

Alnı aynalı müptezel doktorlar

Hesap o hesap da değil hani

Çok içersem

Ölür müyüm

Kalır mıyım

Gider

Mi

Yim burdan oraya peyderpey adımlarla israfsız asfalt yollarda

Nefes alıyorken rüya görmeliyim hep orda sonra

Ve sonra daha çok rüya

Gerçekten şiir mi yazmalıyım orda

Ordan dönmeli miyim doktor?

Uykuma dönüyorum

Dön diyor zaten buraya

 

Tuhaf delilikler peşindeyim dedim ya sana

Ne sıradan bir deli seninkisi

Diyor doktor

Ta ordan

Gel diyorum

Orası

Az evvel burasıydı

Benim rüyamdasın

Benden önce sen uyanmalısın

 

Tuhaf delilikler peşindeyim

Kefeştatayyuş mağrasına destursuz girip

Kıtmire okumalıyım bunu

Yemliha da dönüp

Rüyasına çağırmalı beni

Gitmemeliyim sonra da

Deliliğin tuhafı mı olur

.

.

.

Olur mu?

Please reload

bottom of page